MUALLİM-İ UKÛL EFENDİMİZ Doç. Dr. Orhan KÜÇÜK Kıymetli okuyucular, Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, Fahri Kâinat Efendimizin (sav) öğretmenlik boyutu ile ilgili olarak Bediüzzaman’ın değerlendirmelerini bu yazımda paylaşmak istiyorum. Eğitim; bireyde istendik davranış değişiklikleri oluşturma sürecidir. Öğretim ise öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme ve amaca yönelik olarak bilgi verme ve kılavuzluk etme olarak tanımlanabilir. Bireyde istendik değişiklikleri oluşturmada, gelişimine katkı sağlayacak şekilde bilgi verme ve kılavuzluk etmede temel görev, öğretmenlerindir. Bu noktada öğretmenlerimiz, ülkemizin geleceğini şekillendirme, teminatımız çocuklarımızı çağın gereği olan bilgi ve beceri ile donatma ve bunun yanında toplumsal değerlerimizle uyumlu, ülkesine bağlı, olumsuz alışkanlıklardan uzak bir gençlik yetiştirme konusunda ciddi bir sorumluluk üstlenmiş bulunmaktadırlar. Başarının ölçüsü, eğitim ve öğretimin tanımlarında gizlidir. Gelmiş, geçmiş ve gelecek, en güzel, en sevgili öğretmen hiç şüphesiz; neşet ettiği toplumu tüm kötü alışkanlıklarından geri dönmemek üzere arındıran, asrının en muasır ülkesini var eden, cahil bir toplumu münevverlere ve medenilere üstad eden, ışığı sadece okulunu, ülkesini veya çağını değil yüzyıllar sonrasını aydınlatan Resul-i Ekrem aleyhisselatü vesselamdır. Akılların Muallimi Efendimiz’i (sav), Bediüzzaman bu cihetle nasıl ifade ediyor? Kendisinden dinleyelim*. YEDİNCİ REŞHA: İşte bak: Şu cezire-i vasiada vahşi ve âdetlerine mutaassıb ve inadçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyanelerini def'aten kal' ve ref' ederek bütün ahlâk-ı hasene ile techiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak; Değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukûl, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu. SEKİZİNCİ REŞHA: Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kaldırabilir. Halbuki bak bu zât, büyük ve çok âdetleri; hem inadçı, mutaassıb büyük kavimlerden, zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref'edip yerlerine öyle secaya-yı âliyeyi ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak vaz' ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok hârika icraatı yapıyor. İşte şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere, Ceziret-ül Arab'ı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler. Yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi? tte, küçük bir mes'elede, münazaralı bir davada hicabsız, pervasız; küçük, fakat hacaletâver bir yalanı, düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telaş göstermeden söyleyemez. Şimdi bak bu zâta; pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karşısında, pek büyük mes'elelerde, pek büyük davada, pek büyük bir serbestiyetle, bilâ-perva, bilâ-tereddüd, bilâ-hicab, telaşsız, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedid, ulvî bir surette söylediği sözlerinde hiç hilaf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ! اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحَى Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnidir; hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki, hakikat görünsün aldatsın? ONUNCU REŞHA: İşte bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaikı gösterir ve mesaili isbat eder. Bilirsin ki: En ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ eğer sana denilse: "Yarı ömrünü, yarı malını versen; Kamer'den ve Müşteri'den biri gelir, Kamer'de ve Müşteri'de ne var ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek." Merakın varsa vereceksin. Halbuki: Şu zât, öyle bir Sultan'ın ahbarını söylüyor ki: Memleketinde Kamer bir sinek gibi bir pervane etrafında döner. O Arz olan o pervane ise, bir lâmba etrafında pervaz eder ve o Güneş olan lâmba ise, o Sultan'ın binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar içinde bir lâmbasıdır. Hem öyle acaib bir âlemden hakikî olarak bahsediyor ve öyle bir inkılabdan haber veriyor ki: Binler Küre-i Arz bomba olsa patlasalar, o kadar acib olmaz. Bak! Onun lisanında اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ * اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ * اَلْقَارِعَةُ gibi sureleri işit... Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki: Şu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serab hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki; bütün saadet-i dünyeviye ona nisbeten bir berk-i zâilin, bir şems-i sermede nisbeti gibidir. Bırakalım sigarayı, içkiyi, uyuşturucunun toplumda yayılmasını ülke olarak uğraşıp durduramıyoruz. Tüm imkânsızlıklarına rağmen Efendimiz bunu acaba nasıl başardı? İşte bu sır, alemin O’nun hürmetine yaratılmasında gizli…
* Nursi, Said (Bediüzzaman), RNK, Mektubat 19, Envar Neşriyat, İstanbul 1993, s. 212. |
DOKUZUNCU REŞHA: Hem bilirsin: Küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir mes'elede, münazaralı bir davada hicabsız, pervasız; küçük, fakat hacaletâver bir yalanı, düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telaş göstermeden söyleyemez. Şimdi bak bu zâta; pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karşısında, pek büyük mes'elelerde, pek büyük davada, pek büyük bir serbestiyetle, bilâ-perva, bilâ-tereddüd, bilâ-hicab, telaşsız, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedid, ulvî bir surette söylediği sözlerinde hiç hilaf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ! اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحَى Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnidir; hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki, hakikat görünsün aldatsın? ONUNCU REŞHA: İşte bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaikı gösterir ve mesaili isbat eder. Bilirsin ki: En ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ eğer sana denilse: "Yarı ömrünü, yarı malını versen; Kamer'den ve Müşteri'den biri gelir, Kamer'de ve Müşteri'de ne var ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek." Merakın varsa vereceksin. Halbuki: Şu zât, öyle bir Sultan'ın ahbarını söylüyor ki: Memleketinde Kamer bir sinek gibi bir pervane etrafında döner. O Arz olan o pervane ise, bir lâmba etrafında pervaz eder ve o Güneş olan lâmba ise, o Sultan'ın binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar içinde bir lâmbasıdır. Hem öyle acaib bir âlemden hakikî olarak bahsediyor ve öyle bir inkılabdan haber veriyor ki: Binler Küre-i Arz bomba olsa patlasalar, o kadar acib olmaz. Bak! Onun lisanında اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ * اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ * اَلْقَارِعَةُ gibi sureleri işit... Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki: Şu dünyevî istikbal, ona nisbeten bir katre serab hükmündedir. Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki; bütün saadet-i dünyeviye ona nisbeten bir berk-i zâilin, bir şems-i sermede nisbeti gibidir. Bırakalım sigarayı, içkiyi, uyuşturucunun toplumda yayılmasını ülke olarak uğraşıp durduramıyoruz. Tüm imkânsızlıklarına rağmen Efendimiz bunu acaba nasıl başardı? İşte bu sır, alemin O’nun hürmetine yaratılmasında gizli… * Nursi, Said (Bediüzzaman), RNK, Mektubat 19, Envar Neşriyat, İstanbul 1993, s. 212.
* Nursi, Said (Bediüzzaman), RNK, Mektubat 19, Envar Neşriyat, İstanbul 1993, s. 212.
|