Kentlileşme, ekonomik ve sosyal olmak üzere iki boyutludur.
Ekonomik bakımdan kentlileşme kişinin geçiminin tamamen kent ve kente özgü işlerde çalışıyor olmasıdır.
Bireylerin sosyal bakımdan kentlileşmesi, kente özgü tavır ve davranışı benimsemesiyle gerçekleşir.
Mekanlar ve tesisler, kent yaşayanlarının istedikleri gibi kullanacakları yerler değil, korumak ve kollamak
zorunda oldukları yerlerdir.
Kentli yaşadığı kentin çirkinliklerinden rahatsız olur.
Cadde, sokak ve havanın kirliliği, trafik ışıklarının ihlali, işportacılar, değenekçiler, dilenciler,
gecekonduların görünüşü rahatsızlıklardan bazılarıdır.
Şehirli insanın zerafeti, nezaketi, letafeti hatta yürüyüşü bile kırsal kesimden gelmiş kişilerden farklıdır.
Yakınınızda yere tüküren, cep telefonuyla yüksek sesle konuşan ve elindeki çöpü sokağa caddeye fırlatan
birinin sergilediği çirkinliklerden rahatsız olmuyorsanız, siz kentli olmamışsınız...
Kentlileştiremediklerimizdensiniz...
Kentsel dönüşümü zaman içinde yapabiliriz, kişinin kent yaşamına dönüşümü için nesiller gerekmektedir.
Kırsal kesimden göçle gelen insan kent kültüründen uzaktır dolayısiyle
kendi kültürü ile kent kültürü arasında aşırı boşluklar vardır.
Bu boşluklar kuralsızlıkları doğurur.
Arabanızın arkasına park ederek giden magandayı saatlerce aramak zorunda kalabilirsiniz.
Kuralsızlık yaşamın her anında karşınıza çıkabilir.
Belki de siz ona alışabilirsiniz.
Hatta yapabilirsiniz.
Atı atın yanına bağlamışlar... deyiminde olduğu gibi sizde kuralsızlıkların içine girebilirsiniz.
Bilmemiz gereken, kent ile aranızda varolan güçlü bağ ve karşılıklı bağımlılıktır.
Dolayısıyla, sahiplenmediğimiz kent, kendimize yapacağımız en büyük kötülüklerdendir.
Bu şehirde yaşayanlar olarak yakındığımız bir konu vardır;”Sahipsiz Memleket” sahipsizlik...
Peki bu şehrin sahibi kim veya kimler olmalıdır? Üzerinde duracağımız soru bu olmalıdır.
Bir şehrin gerçek sahibi o şehirde yaşayan, kentle bütünleşen ve kendini kente ait hisseden kişilerdir.
Bilinçli kentli kişiler kendini kente ait hissetmesi ve dolayısıyla yaşadığı kente sorumluluk duygusu
taşımasıdır.
Bir başka ifade ile kentte yaşayanların var olan değişik kimliklerinin içinde yaşadıkları kentle özdeşleşebilen
bir kimliğe sahip olmalıdır.
Bir şehrin sahibi vali değildir. Valinin kafasındaki tek gündem geleceği veya gideceği noktadır.
Bir şehrin sahibi belediye başkanı da değildir, kafasında sürekli siyası geleceği vardır.
Bir şehrin sahibi milletvekilleri de olamaz.Zira onlar bir sonraki seçimi düşünerek haraket ederler.
Bir şehrin sahipleri o şehirde yaşayan kent bilinciyle yaşadığı şehirle özdeşleşmiş kişilerdir.
Yaşadığımız kente karşı sorumluluk duygunuz yoksa, veya bu duyguyu ve sevdayı yaşayan insanlar yoksa,
o kent kalkınamaz.
Tahrip olur, hor kullanılır, gelişemez.
Anadolunun tarihi kentlerinin hepsi birbirinden farklı güzelliklere sahiptir. Kentimiz ve kentsel yaşam,
birlikte yaşadığımız geleceğimizi bina ettiğimiz atalarımızdan devr aldığımız, hatıralarımız ve hayallerimiz
ile dolu mekanlardır.
Bu mekanların yaşanabilir kılınması, bizim kendimize, evlatlarımıza ve gelecek nesillere karşı
sorumluluğumuzdur.
Kentler, özgürlüktür, demokrasidir.
Kentler, umut kapısıdır, geleceğimizdir.
Çocuklarımıza bırakacağımız en güzel mirastır.
Namık KILKIL